Kırılgan Birey ve Grupların Kamusal Alanda Var/Yok Olma Pratikleri: İstanbul Örneği Üzerinden Kapsayıcı Planlama ve Tasarıma Yönelik Çıkarımlar


Akçakaya Waıte Jr İ., Akarsu B.

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 46. Kolokyumu, Eskişehir, Türkiye, 6 - 08 Kasım 2022, ss.206-234

  • Yayın Türü: Bildiri / Tam Metin Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Eskişehir
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.206-234
  • İstanbul Teknik Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Demokrasi, en yalın anlamıyla bir siyasal denetim biçimidir. Temsili demokrasilerde halkın eşitliği ve yönetimde egemenliği esastır. Temsili demokrasinin biçim bulduğu, demokrasiyi mekân ile buluşturan toplumsal ilişkiler, sürekli bir karşılıklı etkileşim ve devinim halindedir (Sen, 2009). Demokrasinin en temel koşulu olan halkın egemenliği fikri eşitlik, adalet, özgürlük, bağımsızlık gibi kavramları bir araya getirir ve demokrasiyi salt temsili aşan biçimlerde birlikte tanımlar ve tamamlar. Bireysel ve kolektif hakların söz konusu olduğu bu fikrin mekânsal alanda bulduğu karşılık, son yarım yüzyılda değişmekte olan sosyal ve mekânsal yaşam koşulları ile birlikte “kent hakkı” kavramı olmuştur. Kent hakkı, kentin bünyesinde barındırdığı kaynaklara bireysel erişim hakkından çok daha fazlasıdır; bu kolektif bir haktır, çünkü kenti değiştirmek aslında kentleşme süreçleri ve bunun sonucunda kamusal alanın yeniden yapılandırılması üzerinde ortaklaşa ve örgütlü bir güç gerektirir (Harvey, 2009; Lefebvre, 1991).

Kent hakkının sosyo-mekânsal alandaki kapsayıcılığı, söz konusu ortaklık halinin kapsayıcılığı ile ilişkilidir. Kent, bir yanda kentte yaşama koşuluyla zarar görme tehdidi altında bulunanlar ile kırılgan sayılanları, bir diğer yanda ise insan doğasının bir sonucu olmayan, çevresel faktörlerin şekillendirdiği kırılganlık durumlarını içermektedir. Kavramın kapsayıcılığı kırılganlık halleri bağlamında her iki açıdan da sorgulanmalıdır. Bireylerin ve toplumun kentsel mekândaki varlığı, o mekânın sunduğu haklardan yararlanabilmelerini gerektirmektedir; kent hakkının ihlâl edildiği durumlar, onları kırılgan ve savunmasız durumda bırakan sosyo-mekânsal koşullar yaratır. Kitle toplumlarında muhtaçlık ya da bağımlılık ile kurulan ilişkilerin olmadığı durumlarda, birey kendi öznelliğini bir kenara koyup karşı tarafın öznelliğini anlayamadığı ve onunla, yani kendisinden farklı olanla ilişki kuramadığında farklı olanı kırılgan hale sokmuş olur. Diğer yandan mevcut bir kırılganlığı olan birey, kamusal alanda toplum tarafından kabul görmediğinde bu ilişkisini bütünden koparabilir veya toplumdan dışlanabilir. Hannah Arendt (1998), bu durumu İnsanlık Durumu (The Human Condition) adlı kitabında kitle histerisi (mass hysteria) olarak adlandırır. Arendt (1998), kamusal alanı ortak dünya (common world) olarak tanımlamıştır, ancak bu ortak dünyada kendisine yer bulamayan duygular, ifadeler ve hatta bireyler ve toplumsal gruplar da vardır. Ona göre bireysel deneyimlerin öznel ve tekil olması, bunun uzantısı olarak toplumun sadece bireysel deneyimlerin öznelliğine hapsolmuş olması, ortak dünya olarak adlandırmış olduğu kamusal alanın ve kamusal alandaki mekânsal deneyimin yok olmasına yol açacaktır. Bu nedenle Arendt (1998), bireylerin öznelliklerinden sıyrılıp bakış açılarını genişletmelerinin ve empati yetilerini güçlendirmelerinin önemini vurgular. Bu koşulların yaygın olarak bulunmadığı yer ve/veya durumlarda kırılgan bireyler kamusal alanda karşılaştıkları dışlanma gibi sosyo-mekânsal güçlükler ile baş etmek için ne gibi taktikler geliştirmektedir? Çalışmanın ana araştırması olan bu soru, İstanbul örneği üzerinden kırılgan bireylerin kamusal alanda maruz kaldıkları dışlanma durumları ile söz konusu sosyo-mekânsal dışlanmayı azaltmak yönünde geliştirdikleri taktiklere odaklanmaktadır.

Bu çalışma kapsamında demokraside mekânsal ilişkilerin çerçevesi ile çoklu çeşit ve boyutlardaki kırılganlıkların bu çerçevedeki yerleri göz önünde bulundurularak, farklı ve çoklu kırılganlık hallerini deneyimleyen birey ve grupların kentsel kamusal alanda kurdukları mekânsal ve sosyal ilişkilerin ve bu ilişkilerin kapsayıcılıklarının İstanbul örneği üzerinden araştırılması hedeflenmiştir. Söz konusu birey ve grupların gündelik yaşamda kamusal alanda maruz kaldıkları mekânsal ve sosyal dışlanma ile diğer zorlukların tespit edilmesi ve azaltılmasına dönük görüş ve algıları tespit etmek amacıyla nitel bir ampirik araştırma tasarlanmıştır. Araştırmada, İstanbul’un farklı ilçelerinde ikâmet eden ve kentin kamusal alanlarında farklı kırılganlık hallerini deneyimleyen gönüllü bireyler ile görüşmeler kurgulanmıştır. Bu çerçevede katılımcılar amaçlı örneklem (purposive sampling) yoluyla tespit edilmiş (Whitehead ve Whitehead, 2016), katılımcıların İstanbul’da da gözlenen genel sosyolojik kırılganlık grup tanımlarına mensup olmaları kıstası dikkate alınmıştır: çocuklar, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, göçmenler/mülteciler, azınlık inanç grupları, azınlık etnik gruplar, ileri yaştaki bireyler, engelliler, evsizler ve yoksullar (Turner, 2006). Ayrıca katılımcılar, İstanbul’da ilgili kırılganlık konularında hak temelli çalışan sivil toplum örgütleri vasıtası ile araştırma kapsamına özel olarak tespit edilmiş, veri çeşitliliğinin temini için her kırılganlık kategorisinde en az beş katılımcı ile görüşülmesi temin edilmiştir. Çalışma kapsamında, 48 adet kırılgan birey ile kırılganlıklarının türü, düzeyi ve tercihleri doğrultusunda isimli ya da anonim olmak üzere yüzyüze, sesli veya görüntülü görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara yöneltilen sorular ve alınan cevaplar, katılımcıların kendilerini özdeşleştirdikleri birincil kırılganlık durumları göz önünde bulundurularak gruplandırılmış, ancak çoklu kırılganlık durumları da ayrıca değerlendirilmiştir.

Araştırmanın ön bulguları, kırılgan grupların isimleri farklılık gösterse de deneyimlerinin, kamusal alanda ve alanla kurdukları ilişkilerin ve kendilerini toplumun gözünden görme biçimlerinin benzer olduğuna işaret etmektedir. Araştırma verileri kategorik biçimde kırılganlıklar odaklı olarak kamusal alanda kurulan ilişkiler, sosyal ve mekânsal açılardan yaşanan güçlükler, bu güçlükleri aşmak için kamusal alanlarda sosyal ve mekânsal olarak geliştirilen taktikler bağlamında değerlendirilerek sunulacak, bulguların Türkiye’deki kapsayıcı planlama ve tasarım uygulamalarına yansımaları politikalar bağlamında tartışılacaktır. Bu doğrultuda çalışmanın 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 46. Kolokyumu’nun ana teması olan “toplumda ve mekânda adaletin” tartışılmasına ve güçlendirilmesine katkı sağlaması beklenmektedir.